Diyabetik Yaşam
25 Temmuz 2012 Çarşamba
24 Temmuz 2012 Salı
BEYİN VE BESLENME
Son yıllarda beyin ile ilgili hastalıklarda muazzam bir artış var; hem de bir yığın nöropsikiatrik ilaçlara rağmen. Birçok nöroloji uzmanı ve psikiatr maalesef beslenme ve nöropsikiatrik hastalıklar arasındaki ilişkiyi bilmemekte, bilenlerin çoğu ise bu ilişkiyi yeteri kadar önemsememektedirler. Uz. Dr. Güçlü Ildız bu bağlamda diğerleriniden çok farklı bir nörolog. Bültenimizin bu sayısını Ildız’ın sitesinde yayınlanan önemli bir yazıya ayırdık.
Organik Beynin Tedavisi
Beyin organik yönden iyi durumda olması için doğal beslenmeli, düzenli spor yapmalı, toksik olan maddeler uzaklaştırılmalıdır.Beslenme
İnsanlar tarafından bozulmamış doğal ortamlarında yaşayan hayvanlar insanlar kadar kronik hastalıklara yakalanmıyorlar ise sağlığımızı korumak için öncelikli hedef doğal beslenmek olmalıdır. Yemek istediğiniz besin maddesi doğada olduğu halde, işlenmemiş ise sorun yoktur. Bu amaçla meyve ve saf meyve ile hazırlanan ürünler dışında şekerli tüm besinler ile unlu ürünler diyetten çıkartılmalıdır.Çocukluk döneminde edinilen beslenme alışkanlıkları, beyinde yer alan kazanç sisteminin gelişiminde ve bağımlılıkların oluşumunda önemli etkiye sahiptir. Örneğin şeker, beyin kazanç sistemi üzerine olan “artırıcı” etkisiyle beyin ön bölge duyarlılıklarını geçici olarak düzelterek rahatlatıcı etki verir. Bu özelliğiyle bağımlılığa neden olur. Diğer taraftan şeker, allostaz sistemini güçlendirici özelliğiyle de zararlı olur.
Tatlı ihtiyacınızı doğal olan besinlerden karşılayın. Tüm yaş ve kuru meyveler doğaldır.
Doğal beslenme yöntemi; bitkisel ağırlıklı, hayvansal yağ ve protein katkılı olmalıdır. Et ürünleri yanında mutlaka sebze ve yeşillikler bulunmalıdır. Et tüketimi sınırlı olmalı, buharlı pişirme yöntemleri tercih edilmeli, pişirirken yakılmamalıdır.
Doğada yağlar et ve sebze ile birlikte bulunur. Doğallık referans alındığında yağlar sebze ve et ile alındığında faydalı, unlu mamüller ve şeker ile alındığında zararlıdır.
Etin beyni uyarıcı, yağın rahatlatıcı etkisi vardır. Bu nedenle dengeli alınmalıdır. Her et yemeği yanında mutlaka sebze olmalıdır. Kuzu eti tercih edilmelidir.
Başta karabiber olmak üzere baharatların birçoğu beyin ön bölgesini uyararak doğal “doping” etkisi yapar.
Üzüntü, kızgınlık, yorgunluk gibi stresli durumlarda canınız ne yeyip içmek istiyor ise biliniz ki beyninizin düşmanı o’dur. Sıklıkla şeker, kahve ve sigara isteklerin başında gelir.
Süt
Her canlının sütü bebeğine özeldir. Bu özellik, türünün farklı olmasından kaynaklanır. İnsan için bu farklılık, üstün olan beyin özellikleriyle ilgilidir.Doğduğumuz andan itibaren gıda olarak aldığımız ilk besin, süttür. Doğal olan budur. İnsan yavrusu en az 1 yıl anne sütü almalıdır. İlk 6 ay su almadan sadece anne sütü yeterlidir. Anne sütü içeriğinde bulunan maddeler, bebeklerin beyin gelişimi için gereklidir. Hayvanların sütleri bu ihtiyacı karşılayamaz.
İnek sütü, pastörize-homojenize edilerek mikroplardan arındırılması amaçlanır. Bu işlem sırasında, sütün sindirimi için gerekli olan kimi maddeler kaybolur ve yararlı bakterilerde ölür. Her gıda ürünü gibi süt de doğal yapısıyla, bir bütün halinde alınmalıdır. Pastörize edilmiş ve yağ içeriği azaltılmış süt, doğal değildir.
Pastörizasyon işlemi tüm bakterileri öldüremiyor. Örneğin; Paratifo B, büyük ve küçükbaş hayvanlarda %40 oranında bulunan bir mikroptur (basil). Hayvanlar bu mikrobu taşıyor ve insanlara bulaştırıyor. Önemli bulaştırma yolu ise pastörize olan sütler. ABD'nde her 100 süt kutusunun 3'ünde bu mikroba rastlanmış1. Bu oran ülke gelişme düzeyi azaldıkça artıyor. ABD Tarım Bakanlığı verilerinde, bu mikrop ile hayvanlarda %22-40 oranında bir çeşit barsak iltihabı geliştiği, aynı tür iltihabın insanlarda görülen Kron (Chron) hastalığına eşdeğer olduğunu belirtiliyor. Diğer bir yayın, paratifo B enfeksiyonun Crohn hastalığı ile yakın ilgisi olduğunu belirtiyor.2
Çocuklarımızın içerek büyüdüğü, temel besin maddelerinden biri olarak kabul edilen ve pastörize edildiği halde hastalık bulaştırabilen sütün; ömür boyunca sürebilen barsak enfeksiyonuna ve beyin hastalığına yol açma olasılığı bulunuyor. Nöroloji bilim dergisinde, paratifo B enfeksiyonunun beyinde hastalıklara yol açabileceği konusunda bir makale yayınlanmıştı.3
Doğal ortamında inekler, yeşil bitkiler yiyerek beslenirler. Ancak besi çiftliklerinde yedikleri besinler çoğunlukla ot değil, hububatlardır. Yenen tek tip besin maddeleri; süt içeriğini değiştirir, doğallığını bozar.
Süt üretiminin mekanik hale gelmesi, hayvan sağlığı için kullanılan ilaçlar, süt üretimini arttıran hormonlar, hayvanların beslenme tarzı, dar alanlarda beslenmeleri sonucu bulaşıcı hastalıklara kolay yakalanmaları ve bunu süte bulaştırmaları, pastörizasyon işlemi ve diğer işlemler, doğal olması gereken süt üretim zincirini bozan halkalardır.
İnek sütü ile ilgili yapılmış bilimsel çalışma sonuçlarını gözden geçirelim:
Sütün, alerji, astım, uyku bozuklukları ve migren hastalıklarının gelişmesinde önemli rolü olabilir.4,5
Sütün; kan kaybı, çocuklarda şeker hastalığı, kalp hastalıkları, damar hastalıkları, artrit, böbrek taşı, depresyon, sinirlilik hali oluşmasında katkıları vardır.6
Süt; çocukların en az %50'sinde gıda alerjisine neden olur. Çocuklarda görülen alerjik durumlarda sadece süt alımının kesilmesi ile belirgin fayda sağlanır.7
Hazır mama ile beslenen bebeklerde 3 ay içinde, vücudun süte karşı antikor ürettiği görülmüş.8,9 (Vücut; süt ürünleri içeren mamanın içeriğinde bulunan kimi maddeleri, zararlı olarak görüyor ve onlara karşı antikor üretiyor)
Yukarıda yer alan örnekler alerji kökenli hastalıklar için verilmiştir. Sütün zararlarını konu eden bilimsel yayınlar, bir kitap oluşturacak kadar çoktur.
Tablo’da, tüketilen kalsiyumdan zengin süt proteinleri ile 55-64 yaş arası ölüm oranları karşılaştırılıyor. Kalsiyumdan zengin süt proteinleri tüketim oranı arttıkça, ölüm hızı da artıyor (peynir hariç tutulmuş).
İşlenen, doğal özelliğini kaybeden; doğal yaşam alanı dışında yaşayan, doğal beslenmeyen ve hormon, ilaç gibi maddelere maruz kalan hayvanlardan elde edilen süt sağlıksızdır.
Tablo İlk sütunda ülkeler, 2.sütunda ölüm hızı, 3. sütunda tüketilen süt oranı yer alıyor.
Sütün sağlıksız yönü mikroorganizmalar tarafından adeta doğal ilaca dönüştürülüyor. Süt ne kadar sağlıklı ise ürünleri de o oranda sağlıklı. Süt yerine tereyağı, yoğurt, peynir gibi ürünlerini tüketmek daha akılcı olacaktır.
| Country | Mortality Rate Per100,000 Age 55-64 | Consumption of calcium-rich milk protein (excluding cheese) | ||
| Finland | 686 | 37.8 grams | ||
| Ireland | 692 | 29.3 grams | ||
| Denmark | 568 | 22.8 grams | ||
| Norway | 560 | 25.1 grams | ||
| United States | 421 | 15.8 grams | ||
| Germany | 366 | 13.9 grams | ||
| Italy | 268 | 8.7 grams | ||
| Portugal | 208 | 6.3 grams | ||
| Japan | 63 | 4.4 grams | ||
| International Journal Cardiology 33: 19, 1991 | ||||
Su
İçerdiği eser elementler nedeniyle suyun, vücudumuzun dengesini korumada önemli yeri vardır. Hem sağlık hem de hastalıkları önleme açısından sudaki magnezyum içeriği kalsiyuma eşit olmalıdır.10 Ülkemizde satılan hazır suların çoğunda ne yazık ki bu oranı bulmak olası değildir. Vücudumuzdaki magnezyum'un ne kadar olduğu (kandaki düzeyi) değil, kalsiyuma oranının ne olduğu önemlidir. (Magnezyum vücudumuzda kalsiyum ile sürekli yarışma halindedir. Beslenme ya da tıbbi tedavi İle alımı artan kalsiyum, kolesterol ile birleşerek damar tıkanıklığına yol açmakta, beyinde birikerek yapısını bozucu etkileri olmakta, eklemlerde birikerek kireçlenmeye neden olmakta, böbrekte taş oluşumu artmakta, kas gerginliğini arttırıp ağrılara yol açmaktadır)11-16 Yapılan bir araştırmada, günlük alımı kalsiyum lehine olan Kuzey Avrupa ve Yeni Zelanda da kalp krizi görülme oranının, günlük alımı magnezyum lehine olan Portekiz ve Japonya'ya göre çok daha fazla olduğu saptanmıştır.Dışarıdan alınacak magnezyum desteği birçok yakınmanın önlenmesine katkı sağlayacaktır. Ancak bu konuda da bir sıkıntı vardır. Kimi magnezyum ilaçlarının, yapısı nedeniyle mide ve barsak emilimi kısıtlıdır. Bu nedenle alınan magnezyum destekleri yetersiz gelmekte, hekimlerde magnezyuma karşı güvensizlik oluşmaktadır. Magnezyum oksit'in emilimi çok azdır. İdeal destek magnezyum oksit dışında diğer preparatlardan alınabilir.
Doğal ilaçlar ve beslenme destekleri
Adaptojenler, diğer bir değişle uyum sağlayıcı doğal maddeler; allostaz sistemini durdurmak, homeostaz sisteminin etkinliğini sağlamak için kullanılır. Her ülkenin kendi kültürel geçmişine bağlı olarak geliştirilen geleneksel tıbbi uygulamalarda, bitkilerin ve diğer doğal maddelerin faydaları yakınmalara göre sınıflandırılmıştır. Günümüzde allostaz tedavilerinde öngörülen bitkiler, kökeni ve biyolojik etkileri (antioksidan, norotropik, nitrik oksit, afrodizyak, fitosterol, oksilipin) yönünden sınıflandırılmaktadır. Uyum sağlayıcı doğal besin maddeleri genellikle birden çok biyolojik etkinlik gösterirler.Örnek olarak verilebilecek kimi adaptojenler; alfa lipoik asit, vitaminler, koenzim Q10, ve kara üzüm çekirdeği; etkinliği kanıtlanmış uyum sağlayıcı özelliği olan doğal maddelerdir.
Koenzim Q10
Mitokondri, hücresel düzeyde enerji ihtiyacını karşılayan, hücre içi bir organdır. Mitokondri zarında, canlılarda evrensel bir enerji kaynağı olan ATP bulunur. ATP işlevi, vücudun genel çalışmasını düzenleyen nöroendokrin sisteminin çalışmasında ve hücre içi artığı olan serbest radikallerin uzaklaştırılmasında çok önemlidir. Hücresel solunumun yani oksijenin hücre içi kullanımında gene ATP gerekir. Ayrıca serbest yağ asitlerinin hücresel kullanımında ATP elzemdir.L-karnitin, koenzim Q10, kreatin, karnosin, magnesyum ve vitaminler; ATP etkinliğinde görev alırlar. Bu maddelerin hastalığa (allostaz) ve yaşa bağlı olan azalmaları sonucu hücresel düzeyde bozulmalar meydana gelir.
Koenzim Q10; Et ve deniz ürünlerinde az oranda bulunur. ATP’nin % 95 etkinliğinden sorumludur.
Sağlıklı hücreler, ihtiyaç duydukları koenzim Q-10’i kendileri üretirler. Bir çok kimyasal madde (ilaçlarda dahil olmak üzere, özellikle kolesterol düşürücü statinler), hastalık durumu ve yaşlanma; koenzim Q10 üretimini azaltır ve hücresel bozulmayı arttırırlar.
Son yıllarda dışarıdan beslenme desteği ile alınımı olanaklı olan koenzim Q10, modern yaşamın vazgeçilmez ihtiyacı olma yolundadır. Yüksek dozlarda bile alınımında bir sorun bulunmamaktadır.
Koenzim Q 10’un bilinen yararları 17-19 :
1-Yaşlanmayı yavaşlatıcı etkisi vardır (Alzheimer ve Parkinson hastalıklarında önerilir)
2-Bağışıklık sistemini kuvvetlendirir,
3-Kalp krizlerini ve aritmileri önlemekte etkisi vardır.
4-Antioksidasyon etkisi vitamin E’ye göre 50 kat fazladır.
5-Hastanede kalış süresini kısaltır.
6-Kalp ilaçlarından beta blokerlerin yan etkilerini büyük ölçüde ortadan kaldırır.
7-Diyabetli hastaların genel durumunu düzeltir. Komplikasyonları engeller.
8-Strese karşı etkilidir.
9-Uzun süre kullananlarda inme riskini azaltır.
Lipoik asit
Hücre içindeki kimyasal olayların hızını arttıran organik maddelerdir. Hücre yapı ve işlevlerinin bozulmasıyla ortaya çıkan bozuklukların düzeltilmesinde kullanılır. Özellikle şeker hastalığının sinirlerdeki hasarını önleyici etkisiyle ön plana çıkmıştır. Balık yağı ile birlikte Alzheimer hastalığına faydası olduğu20,21, sinir hücresi koruyucu özelliği nedeniyle beyin çalışma duyarlılığına azaltıcı etkisi olabileceği22,23, hatta kanserli hücre büyümesini durdurucu etkisinin olduğu bildirilmiştir.C vitamini 24-28
Kimi hayvanlar, kendi C vitaminlerini vücutlarında yaparlar. İnsanlarda kanda bulunan şekeri karaciğerde C vitaminine dönüştüren enzim sistemi, gen mutasyonu nedeniyle bozulmuştur. Bu nedenle C vitaminini dışarıdan almak zorundayız.Ancak, basit şekerin rafine edilmesiyle başlayan doğa dışı beslenme biçimi, C vitamini ihtiyacını arttırmış; artan ihtiyacı karşılayacak oranda alınamaması sonucu, kimi hastalıkların gelişimini kolaylaştırmıştır. Sigara içilmesi, fazla güneş altında kalma, kullanılan ilaçlar, çocukların büyüme dönemleri, hastalıklar ve nekahat dönemleri, hamilelik, alerji ve virüs enfeksiyonlarında C vitamini ihtiyacı artar.
Besinlerde bulunan C vitamini, demirin vücuda girmesini kolaylaştırır. Kanda hemoglobin düzeyi düşük olanlar ve düzenli regl gören kadınların C vitaminine fazladan ihtiyaçları vardır.
C vitamini yokluğunda histamin düzeyi tahminen %40 artar ve alerjik olayların gelişmesine yol açar.
C vitamini suda eriyen ve vücutta depo edilemeyen bir maddedir. Besinlerle alınan C vitamininin vücutta kalış süresi 1 saattir. Bu nedenle çok sık alınması gerekir. Yetersiz dozda ve ender olarak alındığında faydası olmaz. Çok yüksek dozda alındığında bile bir yan etkisi yoktur.
Kimi hayvanlar, kendi C vitaminlerini yapamazlar ama besinlerle ortalama günlük 2000-5000 mg C vitamini alırlar. İnsanlarda görülen çoğu hastalıkların doğal ortamda yaşayan hayvanlarda görülmemesinin bir nedeni de C vitamini eksikliği olabilir.
C vitamini, ana karnındaki bebekleri beyin hasarından koruyan folik asidi, aktif ürünü olan folinik aside dönüştürür. Folinik asit, beyin yaşlanmasını arttıran homosisteinin beyne zarar vermesini önler.
Günlük ortalama aldığımız C vitamini 100 mg.’dır. Bu miktarın en az 600 mg olması gerekir.
Son çalışmalar, C vitamininin damar sertliğini önlediğini, kalp ve beyin damar tedavilerinin C vitamini ağırlıklı olması gerektiğini bildirilmiştir.
Nagoya Üniversitesinde yapılan bir çalışma, 6 ay boyunca günde 600 mg C vitamini alımı ile yüksek tansiyonu olan 67-83 yaş arasındaki insanların tansiyon değerlerinin 16-18 mm hg azaldığı bildirilmiştir. Bu sonuçlar tansiyon düşürücü ilaçlardan daha başarılıdır.
Vitamin C yeşil sebze ve çoğu meyvelerde bulunmaktadır. Bunları tüketmemize rağmen yetersiz kalabilirler. Çünkü vücudun C vitamini ihtiyacı artmıştır. İhtiyacı arttıran asıl neden, doğal olmayan beslenme biçimi ve yaşam koşullarıdır.
Kara üzüm çekirdeği
İçeriğinde bulunan proantosiyanidin maddesinin etkisiyle artmış allostaz etkisini azaltıcı özelliği bulunmaktadır. Kan basıncını düzenlediği, kolesterol düzeylerini normale döndürdüğü, kanı sulandırdığı, damar sertliğini önlediği bilinmektedir29,30. Kara üzüm çekirdeği içinde bulunan diğer bir madde, polyphenol (resveratrol), kanser hücrelerinin gelişimini önlediği bildirilmiştir31.Kara üzüm çekirdeğinin antioksidan özelliği nedeniyle beyin duyarlılıkların düzeltmesi yönünden hücre fonksiyonlarını koruyucu etkisi vardır32-35.
Son yıllarda giderek artan oranda beslenme desteği, adaptojen ya da herb adı altındaki ürünler piyasaya çıkmaktadır. Doğal ürünlerin en büyük sorunu dayanıklılıktır. İlaçlar gibi sabit yapıda olmadıklarından etkinlikleri kolayca azalabilir. Harvard Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırmada Amerikan piyasasında yer alan ürünlerin etkinliklerinde önemli azalmalar saptanmıştır. Beslenme desteği ürünlerinin etkinlikleri, Sağlık Bakanlığı laboratuarlarında sadece ruhsat aşamasında değil, piyasadan rastgele alınacak örneklerin sürekli araştırılması gerekir.
Adaptojen maddelerin etkinlikleri ilaçlarla karşılaştırılamaz. Çünkü ilaçlar saflaştırılmış, doğal olmayan maddelerdir. Adaptojenlerin etkisi yavaş, uzun süreli ve kalıcıdır. Allostaz etkisiyle hastalığın bazen yıllar içinde geliştiği düşünülürse, adaptojen maddelerin etkilerini ilaçlar kadar hızlı beklememek gerekir.
Fosfatidil serin36-38
Beyin hücrelerinde şekerin kullanılmasını kolaylaştırıcı etkisi ve öğrenme, bellek işlevleri gibi önemli beyin işlevlerini düzenleyici özelliği olması nedeniyle önemi son yıllarda ortaya çıkan ve besin desteği olarak kullanılabilen doğal bir maddedir. Beyin anormal çalışma özelliklerini düzeltmek için kullanılan çeşitli hastalıklara (dikkat eksikliği, öğrenme güçlüğü, unutkanlıkla giden klinik durumlar vb.) etkili oluğu gösterilmiştir.23 Temmuz 2012 Pazartesi
TIBBİ ARAŞTIRMALAR-Yaraları iyileştiren sargı bezi
Araştırmacılar, keten tohumundaki antioksidan bileşenleri geliştirerek imal ettikleri sargı bezinin insan vücudunda hücre yenilenmesini hızlandırdığını ve yaraların iyileşme süresini kısalttığını ortaya koydu.
Üretilen sargı bezi şimdilik sadece cilt üzerinde kullanılabilecek. Fakat bilim adamları genetiği değiştirilmiş keten tohumundan, damarsertliği ve kanser tedavisinde kullanılacak enfeksiyon önleyici ilaçların da yapılabileceğini öne sürüyor.
Polonya, Tıbbi araştırmalar
Copyright © 2012 euronews
22 Temmuz 2012 Pazar
DİYABET HASTALARINI RAHATLATAN KARAR
13 Tem 2012 13:15 Samanyolu Haber
SGK, diyabet hastalarının 3 aylık ihtiyacının karşılığı olan 25 şeker ölçüm çubuğu yerine, bundan böyle 50 ölçüm çubuğunun bedelini ödeyeceğini açıkladı.

Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK), Haziran ayı sonunda yayımlanan Sağlık Uygulama Tebliği ile özellikle oral antidiyabetik ilaçlar kullanan hastalarda şeker ölçüm çubuklarının bir seferde 3 aylık gereksinim kadar (25'lik paketler halinde) ödenmesi sağlamıştı.
Ancak bu uygulama ile hastaların bir seferde 50'lik paketlere ulaşımında sıkıntılar ortaya çıktığı belirtildi.
SGK, gerek 25'lik paketlerin piyasa az bulunması gerekse hastaların ellerindeki cihazların 25'lik paketler halinde sunulan şeker ölçüm çubuklarına uyumlu olmaması sebebiyle yaşanan mağduriyetler üzerine yeni bir düzenlemeye gitti.
Yapılan düzenleme ile özellikle oral antidiyabetik ilaçlar kullanan hastalara 50'şerlik paketlerde şeker ölçüm çubukları ödemesi yapılarak, şeker ölçüm çubuklarına erişimindeki sıkıntılar giderildi.
Öte yandan, firmaların büyük bir çoğunluğu şeker ölçüm çubuğunu 50'şer adetlik kutularda piyasaya sürüyor, bu da hastaları zor duruma düşürüyordu.
Şimdi ise hastalar piyasada daha çok bulunan 50'şer adetlik kutulara daha rahat ulaşma imkanı bulacak.
Düzenlemeye göre hasta 3 ayda aldığı şeker ölçüm çubuğunu 6 ayda bir alacak.
SGK, diyabet hastalarının 3 aylık ihtiyacının karşılığı olan 25 şeker ölçüm çubuğu yerine, bundan böyle 50 ölçüm çubuğunun bedelini ödeyeceğini açıkladı.
Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK), Haziran ayı sonunda yayımlanan Sağlık Uygulama Tebliği ile özellikle oral antidiyabetik ilaçlar kullanan hastalarda şeker ölçüm çubuklarının bir seferde 3 aylık gereksinim kadar (25'lik paketler halinde) ödenmesi sağlamıştı.
Ancak bu uygulama ile hastaların bir seferde 50'lik paketlere ulaşımında sıkıntılar ortaya çıktığı belirtildi.
SGK, gerek 25'lik paketlerin piyasa az bulunması gerekse hastaların ellerindeki cihazların 25'lik paketler halinde sunulan şeker ölçüm çubuklarına uyumlu olmaması sebebiyle yaşanan mağduriyetler üzerine yeni bir düzenlemeye gitti.
Yapılan düzenleme ile özellikle oral antidiyabetik ilaçlar kullanan hastalara 50'şerlik paketlerde şeker ölçüm çubukları ödemesi yapılarak, şeker ölçüm çubuklarına erişimindeki sıkıntılar giderildi.
Öte yandan, firmaların büyük bir çoğunluğu şeker ölçüm çubuğunu 50'şer adetlik kutularda piyasaya sürüyor, bu da hastaları zor duruma düşürüyordu.
Şimdi ise hastalar piyasada daha çok bulunan 50'şer adetlik kutulara daha rahat ulaşma imkanı bulacak.
Düzenlemeye göre hasta 3 ayda aldığı şeker ölçüm çubuğunu 6 ayda bir alacak.
21 Temmuz 2012 Cumartesi
TIBBİ ARAŞTIRMALAR-Temizlik diyabeti tetikliyor mu?
İnsülin tedavisi gören diyabetik hastaların sayısı her geçen gün artıyor. Ancak bu hastalığın sebebi henüz bulunamadı.
Diyabete sebep olan şeyler neler olabilir? Steril kentsel yaşam ve kimyasal yiyecekler bağışıklık sistemini zayıflatıyor mu? Bu soruların cevabını ilk önce Tip 1 diyabetin sık görüldüğü Helsinki’de arıyoruz.
İrina Helsinkinin bir mahallesinde yaşıyor. Henüz 10 yaşındayken acilen hastaneye kaldırılmış :
“Hala yaşıyor olmam büyük sanş. Çok kötüydüm, birkaç gün acil bölümünde yoğun bakımda tutuldum.”
İrina’ya Tip 1 diyabet teşhisi konulmuş. O günden beri kan şekerini dengelemek için sık sık insülin enjeksiyonları yapmak durumunda.
“Her öğünden sonra hızlı etkili enjeksiyon ve her akşam da uzun etkili enjeksiyon yapabilmem için elimin altında sürekli şırınga bulundurmak zorundayım.”
Diyabet hastalığının sebebi henüz bulunamadı. Avrupalı bir araştırma merkezi, “hijyen hipotezi“ni, yani aşırı temizlik ve bakterilerden arındırılmış yiyecekler yüzünden hastalıkların arttığı görüşünü araştırıyor.
Diabimmune araştırma projesi Finlandiya’da yaşayan yüzlerce çocuk üzerinde uygulanıyor ve bazı çocukların büyüdüklerinde otoimüm hastalıklara karşı dayanıklılık geliştirmemelerinin nedenlerini araştırıyor.
Projeye katılan Sari Mildh-Laakkonen temizliğin hastalığı tetikleyebileceği görüşünde :
“Yaşam çevremizin temiz olması alerji gibi hastalıklarla daha çok karşı karşıya gelmemize sebep olabilir.”
Hastanelerde alınan test numuneleri ve bilgiler, projeye katılan laboratuvarlar tarafından araştırılıyor.Helsinki Biomedicum araştırma merkezinde çalışmadan sorumlu profesör Mikael Knip’le görüştük :
“Serum numuneleri, dışkı numuneleri, ağız ve burun içinden alınan numuneler var. Şu, cocuğun içtiği sütten aldığımız numune. Bunu da yatak odasındaki tozdan aldık.“
Bu numuneler bağışıklık sistemini güçlendirmek için hangi çocuk hastalığının önemli olduğunu ortaya çıkarabilir. Finlandiyalıların birçoğu şehirde yaşıyor ve evde güçlü deterjanlar kullanıyor. Ayrıca soğuk iklim, patojen ajanların dağılmasını engelliyor.
Profesör Heikki Hyöty, çocuk hastalıklarının vücut içit önemli olduğunu savunuyor :
“Çocuğun bir yaşından önce kaptığı enfeksiyonların çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Çocuk bu enfeksiyonları kapmazsa, bağısıklık sistemi gelişmiyor ve diyabet ve alerji gibi hastalıklara yol açıyor.”
Bu tezi incelemek için bilim adamları, araştırmayı yaşam standartının daha düşük ancak Tip 1 diyabet hastası sayısının çok daha az görüldüğü Estonya ve Rusya’nın Karelya Cumhuriyeti’nde sürdürdü.
Profesör Knip’in çalışmaları, hijyen hipotezini doğruluyor :
“Karelya’da Finlandiya’ya göre daha fazla mikrop olduğu kesin. Ve bunun hijyen hipotezini doğruladığını çünkü mikroplarla büyüyen kişilerde daha az otoimüm hastalıklar görüldüğünü düşünüyoruz.”
Finlandiya ve Rusya sınırında bulunan Karelya Cumhuriyetinin başkenti Petrozavodsk’dayız. 270 bin nüfuslu bu şehirde 60’ın üzerinde anaokulu Diabimmune projesine katılıyor. Gönüllü aileler bu okullarda Finlandiyalıların yaptığı aynı testlerden geçiriliyor ve aynı formlar dolduruyor :
“Bize yediklerimiz ve yaşam stilimiz hakkında birçok soru soruyorlar.”
Bu formlar sayesinde bilim adamları çocukların doğumdan beri yaşam şartlarıyla ilgili tüm bilgileri topluyor ve diyabete yatkınlıklarını inceliyor.
Gönüllü anne Svetlana Pylova, formda sorulan sorular hakkında bilgilendiriyor :
“Her aile birkaç form dolduruyor. Formlar annenin hamileliği, çocuğun gelişimi, aile hastalıkları ve yapılan aşılar hakkında detaylı sorular içeriyor. Sonuç olarak birçok bilgiye ulaşıyoruz ve onları bilgisayar sistemimize yüklüyoruz.”
2013’te sonuçlanması beklenen araştırmanın diyabeti tetikleyen mikrobik faktörlerin belirlenmesinde ve hastalığa karşı bağışıklık kazandırmak yönünde etkili olması bekleniyor.
Diabimmune araştırmasının sorumlusu Natalia Dorshakova, ilk önce hastalığı tanımak gerektiğinin altını çiziyor :
“Diyabetin tedavisinde başarılı bir seviyeye ulaştık. Ama şimdi belirtileri ve komplikasyonları araştırıyoruz. Asıl amacımız öz bağışıklık sürecini engellemek, en azından pankreastan başladığından onu durdurmak. Bu nedenle diyabeti tetikleyen faktörleri belirlemek istiyoruz. Düşmanı yenmek için onu iyi tanımak gerekli.”
Bugün Karelya’lı çocuklardan alınan onbinlerce numune Petrozavodsk’da saklanıyor. Araştırmacılar, biyolojik malzemelerin Avrupa’ya doğru ihraç edilebilmesi için Rus kanunlarının değişmesini bekliyor.
Bu arada Fransa’nın güneyinde bulunan Montpellier kentinde diyabetle ilgili sonuçlanmak üzere olan bir başka çalışma daha yapılıyor. Şeker hastalarının kanlarındaki glikoz oranını kontrol altında tutan ve herhangi bir değişiklikte hastayı uyaran yeni bir sistem uygulamaya girdi.
Doktor Jérôme Place cihaz hakkında bilgi veriyor :
“Bu iki kaptör üçüncü bir cihaza bağlı. Diadvisor projesi kapsamında hazırlanmış bir prototip. Bu cihaz buradaki bilgilere göre glisemi durumunu ve iki saat içinde olacakları gösteriyor.”
Diadvisor adlı cihaz hastanın kanındaki glikoz dalgalanmalarını gösteriyor ve hastanın özelliklerine göre olabilecek değişiklikleri ölçüyor. Bu sistem 3 Avrupa ülkesinden yaklaşık 60 gönüllü tarafından test edildi.
Cihazı test eden Pierre Favantines sonuçtan gayet memnun :
“Cihaz bir cep telefonu büyüklüğünde. Şekerim düştüğünde, yani vücudumda kırgınlık hissettiğimde, onu cebimden çıkarıp düğmeye basıyorum, ne durumda olduğumu gösteriyor.”
Diadvisor sistemi hastanın fiziksel aktivitesini, yediklerini, insülin enjeksiyonlarını göz önünde bulundurarak detaylı tahminlerde bulunmamızı sağlıyor.
Bir başka hasta Christophe Nguyen :
“Kan şekerinizin düstüğünü bildiğiniz zaman hipoglisemiyi önlemek için derhal gerekli önlemleri alıyorsunuz. Eğer hiperglisemi varsa cihaz sinyal veriyor, bu da uzun vadede yan etki riskini azaltıyor.”
Profesör Eric Remard, Diadvisorun günlük hayatlarında sürekli tavsiye alması gereken hastalar için çok yararlı bir sistem olduğu görüşünde :
“İnsülin tedavisi gören diyabetik bir hasta için karar almak çok zor. Genelde ne yapacağını bilmiyor, bilse de yanlış karar almaktan korkuyor. Bu sistem bu tür hastalara ne yapmalarını tavsiye edip özgüven kazandıracak. Geçen sene yaptığımız testlerde sistemin yüzde 90 doğru bilgiler verdiği ortaya çıktı. Ayrıca cihaz detaylı olmasa da hiç bir zaman yanlış bir tavsiye vermez, hep doğru yönlendirir.”
Tip 1 diyabet hastalığının en etkili tedavileri arasında yapay pankreas bulunuyor. Araştırmacıların milyonlarca diyabet hastasının hayatını kolaylaştıracak insülin salgılayan fizyolojik algoritimler üzerindeki çalışmaları sürüyor.
European Commission 2012 / euronews 2012
www.diabimmune.org
www.diadvisor.eu/
Diyabete sebep olan şeyler neler olabilir? Steril kentsel yaşam ve kimyasal yiyecekler bağışıklık sistemini zayıflatıyor mu? Bu soruların cevabını ilk önce Tip 1 diyabetin sık görüldüğü Helsinki’de arıyoruz.
İrina Helsinkinin bir mahallesinde yaşıyor. Henüz 10 yaşındayken acilen hastaneye kaldırılmış :
“Hala yaşıyor olmam büyük sanş. Çok kötüydüm, birkaç gün acil bölümünde yoğun bakımda tutuldum.”
İrina’ya Tip 1 diyabet teşhisi konulmuş. O günden beri kan şekerini dengelemek için sık sık insülin enjeksiyonları yapmak durumunda.
“Her öğünden sonra hızlı etkili enjeksiyon ve her akşam da uzun etkili enjeksiyon yapabilmem için elimin altında sürekli şırınga bulundurmak zorundayım.”
Diyabet hastalığının sebebi henüz bulunamadı. Avrupalı bir araştırma merkezi, “hijyen hipotezi“ni, yani aşırı temizlik ve bakterilerden arındırılmış yiyecekler yüzünden hastalıkların arttığı görüşünü araştırıyor.
Diabimmune araştırma projesi Finlandiya’da yaşayan yüzlerce çocuk üzerinde uygulanıyor ve bazı çocukların büyüdüklerinde otoimüm hastalıklara karşı dayanıklılık geliştirmemelerinin nedenlerini araştırıyor.
Projeye katılan Sari Mildh-Laakkonen temizliğin hastalığı tetikleyebileceği görüşünde :
“Yaşam çevremizin temiz olması alerji gibi hastalıklarla daha çok karşı karşıya gelmemize sebep olabilir.”
Hastanelerde alınan test numuneleri ve bilgiler, projeye katılan laboratuvarlar tarafından araştırılıyor.Helsinki Biomedicum araştırma merkezinde çalışmadan sorumlu profesör Mikael Knip’le görüştük :
“Serum numuneleri, dışkı numuneleri, ağız ve burun içinden alınan numuneler var. Şu, cocuğun içtiği sütten aldığımız numune. Bunu da yatak odasındaki tozdan aldık.“
Bu numuneler bağışıklık sistemini güçlendirmek için hangi çocuk hastalığının önemli olduğunu ortaya çıkarabilir. Finlandiyalıların birçoğu şehirde yaşıyor ve evde güçlü deterjanlar kullanıyor. Ayrıca soğuk iklim, patojen ajanların dağılmasını engelliyor.
Profesör Heikki Hyöty, çocuk hastalıklarının vücut içit önemli olduğunu savunuyor :
“Çocuğun bir yaşından önce kaptığı enfeksiyonların çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Çocuk bu enfeksiyonları kapmazsa, bağısıklık sistemi gelişmiyor ve diyabet ve alerji gibi hastalıklara yol açıyor.”
Bu tezi incelemek için bilim adamları, araştırmayı yaşam standartının daha düşük ancak Tip 1 diyabet hastası sayısının çok daha az görüldüğü Estonya ve Rusya’nın Karelya Cumhuriyeti’nde sürdürdü.
Profesör Knip’in çalışmaları, hijyen hipotezini doğruluyor :
“Karelya’da Finlandiya’ya göre daha fazla mikrop olduğu kesin. Ve bunun hijyen hipotezini doğruladığını çünkü mikroplarla büyüyen kişilerde daha az otoimüm hastalıklar görüldüğünü düşünüyoruz.”
Finlandiya ve Rusya sınırında bulunan Karelya Cumhuriyetinin başkenti Petrozavodsk’dayız. 270 bin nüfuslu bu şehirde 60’ın üzerinde anaokulu Diabimmune projesine katılıyor. Gönüllü aileler bu okullarda Finlandiyalıların yaptığı aynı testlerden geçiriliyor ve aynı formlar dolduruyor :
“Bize yediklerimiz ve yaşam stilimiz hakkında birçok soru soruyorlar.”
Bu formlar sayesinde bilim adamları çocukların doğumdan beri yaşam şartlarıyla ilgili tüm bilgileri topluyor ve diyabete yatkınlıklarını inceliyor.
Gönüllü anne Svetlana Pylova, formda sorulan sorular hakkında bilgilendiriyor :
“Her aile birkaç form dolduruyor. Formlar annenin hamileliği, çocuğun gelişimi, aile hastalıkları ve yapılan aşılar hakkında detaylı sorular içeriyor. Sonuç olarak birçok bilgiye ulaşıyoruz ve onları bilgisayar sistemimize yüklüyoruz.”
2013’te sonuçlanması beklenen araştırmanın diyabeti tetikleyen mikrobik faktörlerin belirlenmesinde ve hastalığa karşı bağışıklık kazandırmak yönünde etkili olması bekleniyor.
Diabimmune araştırmasının sorumlusu Natalia Dorshakova, ilk önce hastalığı tanımak gerektiğinin altını çiziyor :
“Diyabetin tedavisinde başarılı bir seviyeye ulaştık. Ama şimdi belirtileri ve komplikasyonları araştırıyoruz. Asıl amacımız öz bağışıklık sürecini engellemek, en azından pankreastan başladığından onu durdurmak. Bu nedenle diyabeti tetikleyen faktörleri belirlemek istiyoruz. Düşmanı yenmek için onu iyi tanımak gerekli.”
Bugün Karelya’lı çocuklardan alınan onbinlerce numune Petrozavodsk’da saklanıyor. Araştırmacılar, biyolojik malzemelerin Avrupa’ya doğru ihraç edilebilmesi için Rus kanunlarının değişmesini bekliyor.
Bu arada Fransa’nın güneyinde bulunan Montpellier kentinde diyabetle ilgili sonuçlanmak üzere olan bir başka çalışma daha yapılıyor. Şeker hastalarının kanlarındaki glikoz oranını kontrol altında tutan ve herhangi bir değişiklikte hastayı uyaran yeni bir sistem uygulamaya girdi.
Doktor Jérôme Place cihaz hakkında bilgi veriyor :
“Bu iki kaptör üçüncü bir cihaza bağlı. Diadvisor projesi kapsamında hazırlanmış bir prototip. Bu cihaz buradaki bilgilere göre glisemi durumunu ve iki saat içinde olacakları gösteriyor.”
Diadvisor adlı cihaz hastanın kanındaki glikoz dalgalanmalarını gösteriyor ve hastanın özelliklerine göre olabilecek değişiklikleri ölçüyor. Bu sistem 3 Avrupa ülkesinden yaklaşık 60 gönüllü tarafından test edildi.
Cihazı test eden Pierre Favantines sonuçtan gayet memnun :
“Cihaz bir cep telefonu büyüklüğünde. Şekerim düştüğünde, yani vücudumda kırgınlık hissettiğimde, onu cebimden çıkarıp düğmeye basıyorum, ne durumda olduğumu gösteriyor.”
Diadvisor sistemi hastanın fiziksel aktivitesini, yediklerini, insülin enjeksiyonlarını göz önünde bulundurarak detaylı tahminlerde bulunmamızı sağlıyor.
Bir başka hasta Christophe Nguyen :
“Kan şekerinizin düstüğünü bildiğiniz zaman hipoglisemiyi önlemek için derhal gerekli önlemleri alıyorsunuz. Eğer hiperglisemi varsa cihaz sinyal veriyor, bu da uzun vadede yan etki riskini azaltıyor.”
Profesör Eric Remard, Diadvisorun günlük hayatlarında sürekli tavsiye alması gereken hastalar için çok yararlı bir sistem olduğu görüşünde :
“İnsülin tedavisi gören diyabetik bir hasta için karar almak çok zor. Genelde ne yapacağını bilmiyor, bilse de yanlış karar almaktan korkuyor. Bu sistem bu tür hastalara ne yapmalarını tavsiye edip özgüven kazandıracak. Geçen sene yaptığımız testlerde sistemin yüzde 90 doğru bilgiler verdiği ortaya çıktı. Ayrıca cihaz detaylı olmasa da hiç bir zaman yanlış bir tavsiye vermez, hep doğru yönlendirir.”
Tip 1 diyabet hastalığının en etkili tedavileri arasında yapay pankreas bulunuyor. Araştırmacıların milyonlarca diyabet hastasının hayatını kolaylaştıracak insülin salgılayan fizyolojik algoritimler üzerindeki çalışmaları sürüyor.
European Commission 2012 / euronews 2012
www.diabimmune.org
www.diadvisor.eu/
DİYABETLİ ÜNLÜLER
Derya Baykal, diyabetli olduğunu geçen yıl üst üste sıkıntıyaşadığı bir dönemde aniden başgösteren belirtilerle öğrenmiş. İlk dönem depresyona girmiş, ensülin iğnelerini gizli gizli yapmış. Tiyatro oyuncusu Derya Baykal Şensoy da geçen yıl diyabetliler kervanına katılmış. Sanatçı, hastalığının hikâyesini şöyle anlattı:
Hastalığınızı ne zaman öğrendiniz?
Geçen sene mayıs sonu gibi bazı sorunlar üst üste geldi. Ferhan'ın (Şensoy) ayağı kırıldı, tiyatroya ara verdik, üzüldüm. Sonra kendimde bazı rahatsızlıklar hissedip doktor doktor gezdim. Çarpıntı oluyor, uyuyamıyordum. Çok halsizdim. Ama bir yandan hayatımı devam ettiriyor, vitamin alıyor, vücudumu zorluyordum. Birdenbire giysilerim bollaştı.Aslında giysilerin bollaşmasına seviniriz. Tabii, ben de sevindim, ne güzel zayıflıyorum diye. Ama derler ya her şeyin sağlıklısı olsun. Bu arada çok susuyorum, devamlı kola, su, ice tea içiyorum. Normalde de hiç içmem bu tip şeyleri. Hastaneden çıktım, gözlerim görmüyor. 10 metre ilerideki tabelayı okuyamıyorum. Göz doktoruna gittim. Dedi ki 'Bu yaşta böyle birdenbire uzağı görememe gibi bir göz bozukluğu olmaz. Tiroid ve şeker testi yaptırın'. Yaptırdım, şekerim çok yüksek çıktı.Bunu öğrendikten üç dört gün sonra turneye çıktık. Önce Ankara'da doktorlar tetkikler yaptı.
'İnsülin'i duyunca yıkıldım'
Tedaviye önce ilaçla başladım. Moralim çok bozuktu. 'İnsüline geçeceksin, ilaç yetmiyor' dediklerinde daha beter bir yıkım oldu. Çünkü insülinin ne olduğunu da çok iyi bilmiyordum. Panik oldum ve çok üzüldüm. Nasıl becereceğim, nasıl ayarlayacağım. Ondan sonra büyük bir bunalım devri başladı. Üstelik kan şekeri düzeyi düzene girmedi, ben internette araştırmaya başladım. Dünyada ne yapılıyor, nasıl tedavi olur, insülin nedir, iğne nasıl yapılır, araştırdıkça daha da panikledim. Her gün ağlıyordum. Hastalığımı kimseye söylemiyordum.İnsülin iğnemi tuvalette yapıyordum.
Neden gizleme ihtiyacı duydunuz?
İğne yapmanın yanlış yorumlanabileceğini düşündüm. Uyuşturucu kullanıyorum zannederler sandım. Bu korku herkeste de olabilirmiş.İğnemi tuvalette yapıyordum. Oysa bu çok tehlikeli. İlaç tesir edince hemen yemek yemek lazım. Nitekim Uludağ'da böyle bir hipoglisemi yaşadım, ölümden döndüm. Çünkü iğneyi odada vurup aşağıya indim. Yemekle arada geçen süre uzundu. İğne hızla tesir ediyor, sofrada enjekte etmem gerekirdi. Bunları artık aştım. Her yerde, her şartta iğnemi yapıyorum.
Eskiden 3'e kadar bir şey yemezdim
Hastalık sizi nasıl etkiliyor?
Her şeyden çok çabuk etkilendiğim için iniş çıkışlar gösteriyor. Bunları da bilmiyordum başlangıçta. Müthiş bir depresyon geçirdim. Psikolojik olarak profesyonel yardım almam gerekiyordu. Mesela uçağa biniyorum, acaba burada şekerim düşerse ben ne yaparım diye düşünüyorum, zaten bunu yaşadığım anda şekerim anında düşüyor. Şimdi bunun için neler yapmam gerektiğini biliyorum. Mesela derin nefes alıyorum, o anda düşüncemi başka yöne kanalize ediyorum, kendimi sakin olmaya ikna ediyorum.
Bu kadar yoğun çalışırken düzenli beslenebiliyor musunuz?
Yanıma mutlaka meyvemi, diyet bisküvimi, galetamı, peynirimi, ilaçlarımı, iğnelerimi alırım. Böyle özel bir bagajım var. Çok organize bir insan olduğum için bütün bunları düşünüp dışarı çıkıyorum. Çevremdeki herkesi bilinçlendirdim, şekerim düşerse bana bu iğne yapılacak diye. Bir de başlangıçta bu konuya çok yoğunlaşmıştım. Düşündükçe, üzüldükçe şekerim düşüyor, düştükçe üzülüyorum. Artık çok rahatladım. Kızımın en yakın arkadaşlarından biri diyabet hastası. Bu sıkıntıları başkalarının da yaşayabileceğini düşünerek paylaşmak istedim. Şimdi tiyatroda oyunlarımı oynuyorum, dizi çekiyorum, çok fazla düşünmeyerek, ama tedavinin tüm gereklerini yerine getirerek hastalığın üstesinden geldim. Ama ben bunu bir senede başardım. Yeni hastalanan insanlarda da aynı sorunlar olacaktır. Panik yapmasınlar, hallolmayacak bir şey değil. Mutlaka iyi bir doktora gitmelerini, ayrıca profesyonel psikolojik yardım almalarını öneriyorum.
Hayatınız nasıl etkilendi?
Arkadaşlarla buluşurduk, öğlenleri yemeğe giderdik. Sonra o yemekleri nasıl yiyeceğim, bana dokunur mu, iğnemi nasıl yapacağım diye düşünmeye başladım. Şimdi kendime göre her yerden bir şey bulup seçiyorum. Şunu yersem, şunu yemem, ayarlıyorum, icabında bir öğün kebap yiyorum.
Siz Tip 1 diyabetli misiniz, yoksa Tip 2 mi?
Benimki Tip 1 diyabet. Günde beş kez insülin iğnesi yapıyorum. Ama hiç zor gelmiyor. Hiçbir şeyin de eksikliğini hissetmiyorum. Meyvemi yiyorum, özel tatlandırıcıyla diyet tatlımı yapıp yiyorum, ama sürekli önlemim var. Yanımda hep meyve suyu taşırım. Geçen akşam bir yere yemeye davetliydim. Otomobilden inmeden şekerimin düştüğünü hissettim. Hemen meyve suyumu içtim, dengeledim, öyle gittim. Yoksa kötü olurdum. Aşırı heyecanlarda da şekerim düşüyor veya çıkıyor. Televizyonda duygusal bir film izliyorum, şekerim hemen 400'e fırlıyor. Kendi kendime terapi yapıyorum. El işleriyle uğraşıyorum. Son uğraşım, bu kurs. Burada hem kurs öğretmenim hem arkadaşım olan Hafize Manav'ın öğrettikleriyle kendi bilgilerimi birleştirerek ortaya güzel bir şeyler çıkarıyorum. Bu da beni hem mutlu ediyor, hem de her şeyden uzaklaştırıyor.
Ailenizde diyabetli var mı?
Hayır yok. Ben hastalığımın nedeninin daha çok sinirsel olduğunu düşünüyorum, son zamanlarda biraz fazla kilom da vardı. Sonra zayıfladım ama şimdi yine biraz kilo aldım. Dolu dolu yemezsem, yaptığım iğnenin dozu az ya da çok geliyor. Okuyucularınıza bir şeyi önermek istiyorum. Lütfen herkes düzenli beslenmeye özen göstersin. Ben eskiden öğlen 3'e kadar hiçbir şey yemezdim. Metabolizmanızı bozdunuz. Evet, metabolizmam bozuldu. Bir kahve içerdim, kahvaltı etmezdim. Saat 3'te açlıktan elim ayağım titrerdi, bir lokma bir şey yerdim. Sabah kahvaltısı çok önemli. Düzensiz beslenme beni olumsuz etkiledi. Oyun öncesi bir şey yemezdim. Şimdi yiyorum, oyun sırasında da her yerde meyve suyum var. Çok üzüldüler ama onları da hazırladım. Şekerim düşüyor dediğim anda hemen bana yemek hazırlayıp getirirler. Onlaraşekerim düşerse ne yapmaları gerektiğini, iğne yapmayı öğrettim. Kızımın arkadaşı diyabetli olduğu için ondan bilgiler edinip bana aktarıyor. İnsanlar yaşadıkça birçok sorunla karşılaşıyor. Ben çok hızlı yaşıyordum, çok yük almıştım. Şimdi bu yükleri azaltmaya çalışıyorum.
Seyahatlerde sorun çekiyor musunuz?
Önümüzdeki günlerde ABD'ye gideceğim, sorun olur mu diye rüyalarıma giriyor. ABD artık çok hassas. Doktorumdan diyabetli olduğuma dair rapor alarak elçiliğe göndereceğim, yoksa ensülin iğnelerimle ilgili sorun çıkabilir.
'Yeter Anne' adlı TV dizisinde oynuyorsunuz. Haftada kaç gün çekime gidiyorsunuz?
İki üç gün gidiyorum. Çok keyif alıyorum, Dizide çok güzel bir ekiple çalışıyorum. Haftada dört beş oyun oynuyorum. Zaman kalmıyor. Bu arada yaşadıklarımı komik yönüyle anlatan, arada çok komik şeyler de var tabii, bir 'stand up' yapmayı düşünüyorum. Güleriz ağlanacak halimize misali hem traji-komik, hem de komik şeyler var. Bir diyabetlinin yaşadıklarını anlatarak bu arada insanları da bu konuda bilinçlendirmeyi hedefliyoruz.
O günlerde geçirdiği ciddi bir kriz sonrası ise yaptığı yanlışın farkına varmış. Halle Berry artık diyabetini kabullenmiş durumda ve düzenli egzersiz ile doğru beslenmeyi yaşamının bir parçası haline getirmiş. Hastalığını herkes biliyor ve Berry Amerika’daki diyabet kuruluşlarının önemli bir bağışçısı olmakla da tanınıyor.
Ben çocukluğumda da çok sık acıkırdım. Ortaokulda son derslerde hep bayılırdım. Sabah erken kahvaltı et, okulda bir şey yeme, meğerse hipoglisemiden oluyormuş, bilmiyordum. Bu hastalık başıma gelince hem çok okudum, hem de kendi bedenimi daha iyi tanıdım. ABD'ye gittim, tüm tahlillerimi yaptırdım. Bilinçli olmak zorundasın. Hastalığımı bayağıciddiye aldım.
Öğrendikten sonra neler değişti?
Daha önceden yaşadığım bir sürü şeyin yanıtını veremiyordum, bu açıdan rahatladım. Gece birçok kez tuvalete kalkmak, sürekli bitkinlik, yemek sonrası hemen uykumun gelmesi gibi şikâyetlerim vardı. Eskiden acıkınca başım müthiş ağrıyordu, o geçti. Geceleri uykudan kalkıp yemek istiyordum, oyuncu olduğum için kilo almamak amacıyla kendimi tutuyordum.
Günlük yemek listenizde neler var?
Bu sabah 07.00'de kahvaltıda iki incecik dilim kızartılmış siyah ekmek, yağsız dil peyniri ve bir domates yedim. Saat 10.00' da açlıktan gözüm döndü. 11.00'de bir tas yağsız kısmından tavuk suyuna şehriye çorba içtim. Bu beni 13.00'e kadar tuttu. Saat 13.00'te bir tabak bakla ile yer elması yedim. Bu yemeğin kalanını saat 15.00 gibi yiyeceğim. Saat 17.00 gibi bir fincan yağsız süt içeceğim. Saat 19.00 gibi de yine önceden aldığım söğüş hindi etini yiyeceğim. Eğer çekimimiz gece uzarsa süt ve yoğurtla devam edeceğim. Diyetimi çok sıkı uyguluyorum ama uygulamazsam hiç enerjim olmuyor, çalışamıyorum.
Haftada beş gün çok düzenli spor yapıyorum. Yüzme ve yürüyüş gündelik yaşamımın bir parçası haline geldi.
Diyetinizi hiç bozmaz mısınız?
Diyetimi pazar günleri bozuyorum. Pazar sabahları 2.5-3 saat spor yapıyorum. Sonra ona güvenerek simitli, peynirli güzel bir kahvaltıyapıyorum. Ama reçel, bal asla yemiyorum. Bu arada Çin, Japon, Vietnam mutfaklarında usta aşçı oldum. Buharda yağsız sebze pişiriyorum. Çok iyi yemek yapmayı öğrendim. Makarnanın, pirincin siyahını tercih ediyorum. Şeker, beyaz ekmek, beyaz makarna tamamen hayatımdan çıktı.Bol meyve yiyorum.
Aileden gelen şanssızlıklar var. Annemden diyabet, babamdan kolesterol almışım. 25 yıldır kızartma yemem, sevmem ama kolesterolüm 400.
Davetlerde ne yiyip içiyorsunuz?
Alkolle aram hiçbir zaman iyi olmadı. Maden suyu alıyorum, aman biraz kendim için arsızlık yapayım dersem kuruyemiş yiyorum. Açık büfe yemeklerden zaten eskiden de hoşlanmazdım, salata, sebze, çok iyi bir mutfaksa kuzu eti alıyorum.
Bu hastalıkta sizi en çok ne zorluyor?
Çok özlediğim, ah yiyeyim dediğim şeyler yok. Beni en fazla rahatsız eden şey yiyebilecek bir şey bulma mecburiyeti ve bütün hayatının acıkacağın anda ne yapacağın paniği üzerine kurulu olması. O panik de hastalığı öğrendikten sonra oldu. Hayatta en imrendiğim kişiler saatlerce acıkmayanlar. Bunlardan biri de Ercan (Karakaş).Sabah kahvaltı ediyor, akşama kadar hiçbir şey yemeden eve dönüyor. Hiç acıkma hissi olmayan biri olmak isterdim. Açlık beni inanılmaz rahatsız ediyor.
Adacık nakli mi, pankreas nakli mi, tıp geri kalan ömrüm için bu hastalığa bir çare bulacaksa ilk ben yaptıracağım.
Zeki Alasya
Benimki iyice bir traji komik çünkü; olayın farkına varmam için bir sürü neden vardı. Ailemin bütün fertleri diyabetli belli yaşlarda annem babam ve abilerimde diyabet ortaya çıkmıştı.
Ben de o yaşlara gelmiştim. Topkapı Hastanesi 'nde Hastane dizisini çekiyorduk. Hemen hergün Laboratuvarın önünden geçiyorduk. Laboratuvarın başında çok sevdiğimiz bir ablamız, bize iyilik yapmak için "arada bir gelin size kan kontrolü yapalım" diyordu. Ama diyabet olabileceğimi düşünmüyordu. Israrla "lipid bakalım, kolesterol bakalım, kan değerlerini bir değerlendirelim" diye yırtınıp duruyordu. Ama dinleyen kim. Diyabetin tipik belirtileri; ağız kuruması, akşam üstlerine doğru uyku hali, sık idrara çıkma ihtiyacı gibi, bunları ciddi birer uyarı olarak dikkate almam gerekiyordu.
Bir İtalya seyahatinde yaşadığım bir olayı -acaba abartıyor muyum diye kendi kendime düşündüğüm- bir dışarı çıkma ihtiyacı oldu. Floransa'da Pisa'ya bir günlük tur düzenlenmişti. Yol bir buçuk saat sürüyor. Otobüse binmeden önce son defa tuvalete gittim. Yolculuğun sonlarına doğru çok kötüleştim, inip tuvalet sordum. Bir yer gösterdiler, dehşet uzaklıkta. Atletleri kıskandıracak bir rekorla, ihtiyacımı görebildim ve bu şartlarda bir Avrupa seyahati yaptım.
Ailemdeki fertlerin hemen hemen tümünün diyabetli olması beni düşündürdü. Serde biraz boşvermişlik var ya, o tarafım çok kötü. Bir yıldan beri süren bu uyarıların sonuna gelmiştim.
Diyabetli olduğumu üç yıl önce öğrendim. Hemen bir tedaviye başlandı. Bir ay on gün içinde şekerim normale indi. Nedense diyabet hastalığı insanların moralini bozuyor. Benim moralim bozulmadı, fakat bir boş vermişlik var. Sağlığına çok dikkat eden biri değilim, evhamlı da değilim. Düşünüyorum da, keşke biraz hastalık hastası olsaydım. Çok daha uzun yaşardım.
Bir süre durumumu ciddiye aldım ve tedaviye başladım, rejim yaptım. Bir hafta içinde idrara çıkma sıklığı normale döndü.
Çok ideal bir diyabet hastası gibi değil ama, çok da ihmal etmeden geldim o zamandan bu zamana.
DİYABETİN KOMPLİKASYONLARI
Prediyabetik (gizli diyabet) süreçte bile kardiyovasküler hastalık riski orta derecede artar. Diyabet gelişimi ile birlikte bu risk çok yükselir. Diyabetlilerde kalp damar hastalığı görülme ihtimali sağlıklı bireylere göre 2-5 kat kadar artar. Diyabetin kronik komplikasyonlarının da bu safhada ortaya çıkan değişikliklerle ilişkili olduğu ileri sürülmektedir. Sıkı şeker kontrolü sağlamanın yanısıra kan basıncı ve lipidlerin de hedef düzeylere düşürülmesi ile bu komplikasyonların azaltılabileceği klinik çalışmalarla ortaya konulmuştur. Bununla beraber bu hastalığın toplum sağlığına yükü çok yüksektir. Ancak diyabetlilerde komplikasyon gelişince hasta maliyetleri duruma göre 10-100 kata kadar artar.
Diyabete bağlı komplikasyonları temel iki başlıkta toplamak mümkündür.
1-Diyabetin kronik (müzmin) komplikasyonları,
2-Diyabetin akut (hızlı gelişen) komplikasyonları olarak sıralanabilir.
1-Küçük damarlarda oluşan komplikasyonlar
2-Orta ve kalın damarlarda oluşan komplikasyonlar
3-Diğer komplikasyonlar olarak sınıflandırabiliriz.
Diyabetin akut komplikasyonları denince:
1-Diyabetik ketoasidoz koması: Kanımızda insülin hormonunun hiç kalmaması ya da dolaylı olarak yetmemesi sonucu hızla gelişen koma tipidir. Saatler içinde gelişir. Çok fazla sıvı kaybı vardır. Kan şekeri genellikle 250-500 arasıdır. Kan ve idarada keton cisimcikleri saptanır. Hastanın kanında asidoz denen bir durum oluşur. Öldürücü bir tablodur. Tekrarlamaları mutlaka önlemek gerekir. Tedavisi hastane şartlarında yapılmalıdır.
2-Hiperosmolar nonketotik koma: Her yaşta görülebilir. Ancak daha çok ileri yaşlarda ortaya çıkar. Sinsi ve yavaş yavaş gelişir. Kanımızdaki sıvı kaybı daha fazladır. Ortalama 6-9 litre sıvı kaybı olur. Şuur bulanıklaşır. Başka hastalıklarıda olan yaşlılarda ölüm ihtimali fazladır. Tedavisinde sıvı tedavisini dikkatli yapmak gerekir. Tedavi mutlaka hastane şartlarında yapılmalıdır.
3-Laktik asidoz koması: Özllikli bir koma tipidir. Tanı hastane şartlarında konur. Tedavisi mutlak hastane de yapılmalıdır.
4-Hipoglisemi komaları anlaşılır: Çok hızlı gelişir. İnsülin ve ağızdan şeker düşüren bazı ilaçlarla daha fazla gelişir. Şuuru bulanık olanlarda hemen ağızdan şeker verilmelidir. Şuuru kapalı olanlarda ise "Glukagon" ignesi ya da damarda %5, 10, 20, 30, Dekstroz (şekerli serum) verilmelidr. Hipoglisemi olduğu düşünülen hastaya müdahale çok hızlı yapılmalıdr. Hemen veya en geç 1-2 dk içinde yapılması gerekir.
Diyabete bağlı komplikasyonları temel iki başlıkta toplamak mümkündür.
1-Diyabetin kronik (müzmin) komplikasyonları,
2-Diyabetin akut (hızlı gelişen) komplikasyonları olarak sıralanabilir.
Diyabet Zamanla Kalp, Damarlar, Göz, Böbrek ve Sinirlerde Yapısal Değişikliklere Yol Açabilir.
Diyabetin kronik komplikasyonlarını temel 3 başlıkta toplamak mümkündür. Bunlar:1-Küçük damarlarda oluşan komplikasyonlar
2-Orta ve kalın damarlarda oluşan komplikasyonlar
3-Diğer komplikasyonlar olarak sınıflandırabiliriz.
- Kardiyovasküler hastalıklar: Diyabet koroner arter hastalığı ve inme riskini 2-5 kat artırır. Diyabetlilerin %60-75'i kardiyovasküler hastalıklar (koroner arter hastalığı ve inme) nedeniyle kaybedilmektedir.
- Diyabetik ayak ülserleri: Diyabetlilerde hem periferik nöropati (sinir duyarlılığında azalma) hem de iskemi sebebiyle ayak ülserleri ve nihayetinde amputasyonlar sık görülür. Çalışmalar, travmatik nedenler dışında, ayak amputasyonuna yol açan sebeplerin %50'sinin diyabetten kaynaklandığını göstermektedir. Dünyada her 30 saniyede bir, diyabetik ayak ülseri nedeniyle bir hastanın ayağının kesildiği tahmin edilmektedir . Ülkemizde her 5 diyabetliden birinde değişik düzeylerde ayak kesilmeleri görülmektedir.
- Diyabetik retinopati: Diyabet doğumsal hastalıklar dışında, körlüğe neden olan ilk üç hastalık içinde yer almaktadır. Diyabetin bu komplikasyonu retinadaki küçük damarların uzun süreli hiperglisemiye bağlı olarak tahrip olması sonucu gelişir. Diyabet süresi 15 yıla ulaşan diyabetlilerin %2'sinde körlük ve %10'unda ciddi görme kaybı geliştiği bilinmektedir.
- Diyabetik nefropati: Diyabet, en önemli kronik böbrek yetersizliği nedenlerindendir. Diyaliz ünitelerinde tedavi gören hastaların %50'si diyabetlidir. Diyabetli hastaların %10-20'si böbrek yetersizliği nedeniyle kaybedilmektedir.
- Diyabetik nöropati: Uzun süreli diyabetin periferik ve otonom sinirlerde yol açtığı bozukluklardır. Diyabetlilerin %50-70'inde diyabetik nöropati gelişir. En sık görülen belirtiler ayaklarda (ve bazen ellerde) uyuşma, yanma, karıncalanma, ağrı ve güçsüzlüktür. Bu belirtiler, nöropatinin en sık görülen şekli olan distal simetrik polinöropatiye bağlı olarak gelişmektedir. Çok daha farklı belirtilerle ortaya çıkan nöropatilerde vardır.
- Diyabetik otonomik nöropati: Kendiliğinde otonom olarak çalışan organların fonksiyonlarındaki bozulma sonucu ortaya çıkar. Baş dönmesi, şeker düşmesini algılamada bozukluk, yenilen gıdaların düzenli bir şekilde hazım edilememesi, gaita ve idrar kaçırma gibi şikayetler görülür. Ayrıca hem kadın ve hem de erkeklerde cinsel fonksiyon bozuklukları görülebilir.
Diyabetin akut komplikasyonları denince:
1-Diyabetik ketoasidoz koması: Kanımızda insülin hormonunun hiç kalmaması ya da dolaylı olarak yetmemesi sonucu hızla gelişen koma tipidir. Saatler içinde gelişir. Çok fazla sıvı kaybı vardır. Kan şekeri genellikle 250-500 arasıdır. Kan ve idarada keton cisimcikleri saptanır. Hastanın kanında asidoz denen bir durum oluşur. Öldürücü bir tablodur. Tekrarlamaları mutlaka önlemek gerekir. Tedavisi hastane şartlarında yapılmalıdır.
2-Hiperosmolar nonketotik koma: Her yaşta görülebilir. Ancak daha çok ileri yaşlarda ortaya çıkar. Sinsi ve yavaş yavaş gelişir. Kanımızdaki sıvı kaybı daha fazladır. Ortalama 6-9 litre sıvı kaybı olur. Şuur bulanıklaşır. Başka hastalıklarıda olan yaşlılarda ölüm ihtimali fazladır. Tedavisinde sıvı tedavisini dikkatli yapmak gerekir. Tedavi mutlaka hastane şartlarında yapılmalıdır.
3-Laktik asidoz koması: Özllikli bir koma tipidir. Tanı hastane şartlarında konur. Tedavisi mutlak hastane de yapılmalıdır.
4-Hipoglisemi komaları anlaşılır: Çok hızlı gelişir. İnsülin ve ağızdan şeker düşüren bazı ilaçlarla daha fazla gelişir. Şuuru bulanık olanlarda hemen ağızdan şeker verilmelidir. Şuuru kapalı olanlarda ise "Glukagon" ignesi ya da damarda %5, 10, 20, 30, Dekstroz (şekerli serum) verilmelidr. Hipoglisemi olduğu düşünülen hastaya müdahale çok hızlı yapılmalıdr. Hemen veya en geç 1-2 dk içinde yapılması gerekir.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)